'Burada Olmak'Meselesi

...

Kaldırım kenarında birikmiş bir yığın yaprağa bakarak ellerim ceplerimde adımlıyorum.Dört yolun kesiştiği ve muhtemelen karşıya geçmezsem olası bir araba kazasına kurban gideceğimi bilerek daha da hızlanıyorum.Köşedeki fırından etrafa yayılan ve kuşkusuz insanın iştahını kabartan ekmek kokularıyla,sokaktan bir an önce çıkmak çabası içerisindeyim.İştahım kabarmadan,her sabah yüzümde kendine yer edinen gülümsemem olmadan...Daha eksik,daha fazla ve daha parça,daha bütün.Zihnime yığılıp kalan onca zıtlık durumumu anlatmaya yeter mi?Kavram karmaşası havasına bürünen sesler...


Ellerim titriyor,ceketimin ceplerine sığınıyorum ve karşı kaldırıma geçiyorum.Yaz akşamında ellerimin üşümesine bir türlü anlam veremiyorum açıkçası.İçimi kaplayan,pencerelerimi sonuna kadar açan bu sokakları arşınlama isteğine bir türlü karşı koyamıyorum.Tabağıma yağlı bir havuç düşmüş gibi mızmızlanıyor ve hak ettiğimi düşündüğüm akşam yemeği ödülümü istiyorum.Büyük bir açgözlülükle,dayanılmaz bir dürtüyle!Sanki masa bana sunulacaklar listesi ve elimde tuttuğum çatal listenin öncül belirleyicisi.Bütün o diretmeler,karşı koymalar,mızmızlanmalar...Hak ettiğimi alamıyorum.Çatalı bir köşeye fırlatıp masadan kalkıyor ve hırsımı almak adına kapıya sıkı bir tekme geçiriyorum.Kapının iç benlik olduğunu biliyorsundur.Anlayacağın kendi kendimi hırpalıyorum.Klasik ben işte.

Ah,bütün geçmişlerin ruhuna şerefe,Azizim!


Sağ ayağımdaki karıncalanmaya inat seri adımlarla ilerlerken karşıdan gelen insanlara çaktırmadan bakıp zihnimin önüne yığılmış düşünceleri bir kenara çekmeye çalışıyorum.Sırt çantamın fermuarından gelen,beni her daim sinir eden,sesle kendimi kulaklığımdan taşan müziğin akışına bırakmaya gayret ediyorum.Aralardan seçtiğim ve kısmen çevirebildiğim şarkıların sözleriyle kendime yeni bir yaratı oluşturup içimde yükselen boğucu havaya yön verip günlerce,hatta aylarca süren boşluğun zeminini hazırlıyorum.Diğer bir kaldırıma geçiyorum.Elinde sıkı sıkıya tuttuğu çantasıyla etrafına bakmadan yürüyen bir teyze ilişiyor gözüme.Muhtemelen ellilerinde.Kısa boylu,siyah bir kalem etek giymiş.Suratında en ufak bir kıpırdama bile yok.Gözleri soğuk,dudakları sımsıkı kapalı.Çenesinden aşağıya doğru inen ince bir çizik...Kaşlarım istemsizce çatılıyor.Acaba diyorum kendime.Ona ne oldu da bu halde?Ne yaşadı da gözleri bu kadar donuk bakıyor?Bir insanı temelden sarsacak bu şerefsiz ihtimaller,hain akışlar ve belki de acı olaylar...Ne olabilir?

Başımı önüme eğip adımlarımı yavaşlatıyorum.Köşeyi dönmem gerekecek.Garip.Dönmek istemiyorum.Zihnimde şekillenen bir tasarıyı düşünürken buluyorum kendimi.Çantamı ve ceketimi atıp koşmak,belirsizliklerle dolu yaşamın bana sunmamakta ısrar ettiği,sert münakaşalarla masadan ayrıldığım,tabağa düşmeyen yemeğimi almak istiyorum.Hakkım olan payı vahşi bir hayvan edasıyla dişlemek ve koparmak.Ancak doyumsuz birinin yapabileceği,erdem ve ilkelerinden kolaylıkla sıyrılıp kendini adayabileceği bir deli cesaretiyle...

Ah,gülelim!İçimizde bastırdığımız ve büyük ihtimalle varlığını her daim inkar ettiğimiz yıkımcı,yakma taraftarı benliğimize dil çıkaralım!Şiddetin en koyu tonlarını bir bir gün ışığına çıkaralım.Ne kaybederiz?Söyle,Azizim.Biz,zaten var olan bir şeyi açığa çıkararak en fazla neyi kaybedebiliriz ki?Ben tıkılı kaldığım bu bendenle,düşüncelerle barışmak zorunluluğunu sindirirken birileri vahşi davransa ne olur?Acı,kaos,temel işlevler...Bunlar olur.Fazlası olmayan,tamamlayıcı bir bütün yaratamayan,yaratmayı uygun bulmayan boş beyinler;olayları ve fikirleri alaşağı eden,bunda hiçbir sakınca görmeyip ileriye dönük hayallerle çatışma zahmetine katlanmayan yeni bir ideoloji.Gözlerini dikip bakma bana öyle!Bunlar olası şeyler.Zorba düşüncelerin esirliğinden yeni kurtulmuş biri olarak bunu sana ben söylüyorum.


Köprüye geliyorum.Tahtaların tam üzerinde,kısmen aktığını düşündüğüm bir su kütlesinin karşısında dağa bakıyorum.Her sabah hiç bıkmadan bu dağa küsmüş bir şekilde bakıp iç çekmek,yine bu dağa iç dökmek hoş değil.Yine de yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum.Dağa küsmek işime geliyor bir yerde.Dağ sonuçta diyorum.İçine sakladığım binlerce yüzü,kelimeyi hiç şikayetsiz içerisinde barındırıyor.Nefret,öfke,özlem,sevinç...En çok da kırgınlık.Bütün hislerimi bünyesinde değerli bir öz gibi biriktiriyor.Bu durumda dağa değil içindekilere kızıyor,küsüyorum aslında.Şaşırma,bu da böyle bir aforizma işte.Şule'nin çılgınlıklarından biri.İroni ve klasik bir yöntem.Sen de dene,Azizim.Düşüncelerini büyük objelerin içerisine gizle.Kafa dayanmaz yoksa.Delirirsin.İllaki çileden çıkarsın.Dene derim.


Yeniden köprüye bakıyorum.Her sabah,istinasız bir şekilde tahtalara basarak adımladığım bu noktada, düşüncelerimin terselmelerine inat takındığım inatçı tavrıma bakıyor ve yeniden kendimi sorguluyorum.Kaşlarımın ortasına çöken ve olağan şeylere karşı direnen sorgulamalarımı düşünüyorum.Her daim reddetmeye kalktığım ama bir türlü reddedemediğim kuşkulu tümcelere...Kelimelerin sesten türeyip bir bütün oluşturduğu şu dünyada,aforizmalardan uzak cümlelerime sinen duygusuzlukla karışık bir zıtlaşma ve kuşkusuz insana bu neyin kafası dedirten noktalarıma...Ah,anlaşılmak,böyle bir şeyin beklentisi içerisine girmek fazla abartılı artık!Sadece bir şeyler karalamak,ağırlıklı olarak varlığın yetersiz kaldığı hissi uyanışların farkına varmak çabası içerisinde olmak benden beklenecek en doğal şey.Ne diye sorguluyorum diye kendime kızarken...Ben bu ihtimali düşünemeden ilerlemişim,Azizim.Farklılığı kaldıramadığımı düşünerek bağlılıklarım yüzünden kendimi derin bir sessizliğin içine gömmüşüm.Ruhumu kementle boğmak istediğim o garip günleri düşündükçe içimde alevlenen kalemi ele alma isteğini bastırmalarım geliyor gözlerimin önüne.Ah,ne amaçsız ne boş bir çaba!Anlaşılmak benim gibi biri için mümkün değil zaten.Niye birilerinin beni anlaması gerekiyor ki?"Başkası şunu demiş benden için,beni bu şekilde yargılamış..."Bu cümlelerin sonu gelmez.Varsın kimse anlamasın,dinlemesin.Biz yolumuza bakalım.

Sahi,senin de canın pamuk şeker çekti mi?

...

Yorumlar

Popüler Yayınlar